“İçeri gel” dedim Moiro1’ya.
“İçeri gel.”
Ses içeri girdi… gece gibi… geceyle birlikte…
“Bunca bin yıldır” dedi, “içimde çok soru birikti şehrimde olup bitenlere dair.
Bu şehir 400 yüz bin yıldır insan kalbinin hiç durmadan attığı sonsuz bir nefes.
Hemşerilerim bu sonsuz nefesin belleğinden niye kaçıyorlar bir türlü anlayamıyorum.
Oysa bellek bir gül gibidir, katmerli yapraklarıyla bizi zenginleştiren.
Şehrin belleğini unutursan tek yapraklı bir güle dönersin.
Gülden başka her şeye benzeyen o gül ki gül olduğunu kendi bile bilemez.
Şimdiki hemşerilerimin de kim olduklarını bilemedikleri gibi…
O gülün yalnızca dikenleri giysilerinize takılır, çıkmanız gereken yollara engel olan!
Tek yapraklı bu gül tutar sizi!
Tutulursunuz!
Doğduğumuz, yaşadığımız, öldüğümüz bu şehir katmerli, ebruli yapraklı mis kokulu bir gülken, bu yalınkat, tek yapraklı körlükte inat niye?
Bu inatlar yüzünden kendime gömülü kaldım.
Hemşerimiz Agathias2 şiirinde,
Burada bir mezar var, içinde ceset yok Burada bir ceset var, dışında mezar yok.
Kendine gömülüdür bu ceset
diyor ya…
sanki geleceğimiz Agathias’ın içine doğmuş da öyle yazmış…
Bütün yaşanmışlıklarımızla kendimize gömülü kaldık.
İkiz kardeşim Venedik’le yaşadıklarımız da kendine gömülü kaldı, unutuldu.
Oysa bir annenin göbek bağı nasıl bağlarsa kendine bebeğini, sular da öyle bağlamıştı ikiz kardeşim Venedik’le beni.
Çok sevdik birbirimizi, çok benzedik birbirimize.
Çok aşklar yaşadık, çok kıskançlıklar.
Çok savaşlar yaptık, çok barışlar. Gerçek bir ilişkiydi bizimkisi.
İkiz kardeşim Venedik 1204’te gönlümü kırdı… gelip güzelliklerimi alıp götürdü benden… bizi bağlayan sularla götürdü. Hipodromumdaki at heykelimi, sütunlarımı, ikonlarımı, sütunlarımın üzerlerindeki heykellerimi…
Suların bağladığı, suların çözdüğü bir ilişki oldu bu. Ne yazık!
Ah her parçam bir yerde kaldı.
Darmadağınım.
Cevaplar sende saklı, seziyorum.
İstanbul’un çamlı bahçelerine o güzel heykelleri sunan Kleonymos’a teşekkür için yazdığım şiirin hatırına… yardım et bana.
Her yere gitmek, her şeyi görmek istiyorum.
Gördüğüm her yerde de görülmek…
Dağılan parçalarımı birleştirmek istiyorum.
At heykellerimi yine hipodromumda görmek istiyorum…
Suların çözdüğünü sularla yeniden bağlamak istiyorum.
Beni görünür kıl.”
“Üzülme” dedim Moiro’ya… “Artık üzülme.
Seni görünür kılan bir giysi dikeceğim.
Giysin ne renk olsun Moiro?”
“Hem toprağın yeşilini hem suların ve göğün mavisini, hem şehrimizin morunu içinde tutan bir renk olsun Tavusların tüyleri gibi.
İpekten.
Azize Eudokia’nın giysisine benzesin.
Onunki inciler, zümrütler, yakutlarla nakışlı.
Benim gönlüm kırık; incileri, yakutları istemem.
Kırık çömlek parçalarını nakışla bedenime.
Şehrimin her çağından bir çömlek parçası olsun… senin gününe varıncaya kadar.”
Beş kadın oturduk Moiro’nun giysisini diktik.
Ellerimizle.
Altın ipliklerle Moiro’nun kırık gönlünü diktik.
Giysiyi bir şölen gibi işledik masanın başında.
Moiro görünür olacağı o anı beklerken sessiz bir sabırla izledi bizi.
Giysisi tamamlandı.
Beklediği o an geldi…
Artık yola çıkabilirdik.
Önce ikiz kardeşimiz Venedik’e gitmek istedi.
Gittik.
Özlediği her yeri, her şeyi gördü.
Sessiz bir coşkuyla durup baktı.
Usulca okşadı onları.
Bazen uzanıverdi mozaik döşeli zeminlere.
Hepsiyle hatıra fotoğrafı çektirdi.
Sonra İstanbul’a döndük birlikte, şehrimize.
Bir şölen, tuhaf bir tören gibiydi gezimiz.
Moiro kendisini görenlerin şaşkınlığına, şehrin karmaşasına gülümseyerek baktı.
“Hem görüyor, hem de görülüyorum” dedi, “Ne güzel!”
Sarayının mozaikleri üstünde yürürken birden durdu.
Yere, ağacın altında otlayan geyiği çevreleyen üzüm bağlarına, asma yapraklarının hâlâ taptaze görünen betimlerine baktı…
Şiirini hatırladı…
Dionysos’un şerbetiyle dopdolu, asılıp kalmışsın ey salkım altın kapısına Aphrodite tapınağının, s aramaz artık seni zarif dallarıyla anacığın asma, yayamaz başının üstüne o güzel kokulu yapraklarını.
“Ben şiirimdeki o üzüm salkımı gibi değilim şimdi; sarılabildim, yayabildim kendimi anacığım şehrin başı üstüne” dedi.
Geldin beni buldun Moiro.
Doğdum seni buldum.
Bir tek dileğimiz kaldı artık! Sularla çözülenler sularla bağlansın.
İstanbul/Venedik/İstanbul. 1998/2006
1 Moiro ya da Byzantion’lu Moiro adıyla bilinen ilk İstanbullu kadın şairdir. MÖ 300’lerde yaşamıştır.
2 Agathias MS 6. yy’da İstanbul’da yaşamış Bizanslı bir şairdir.
Kendime Gömülü Kaldım
2014, İstanbul Arkeoloji Müzeleri, İstanbul